Tuna Eselioğlu ile Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız hocamızın kabataşa dair röportajı
Tuna ESELİOĞLU-Hocam, Kabataş ‘a şöyle özlemli hayali bir gezi yapsam, kulaklarımda bayram sabahlarının mahmurluğu içinde, iki insan sesi gelir uzaklardan: ‘Dokuz tekbir iki rekat fıtra bayram namazına’ diye başlayan Hacı Şükrü Sarıkaya amca ve Müftü Senai Yediyıldız Bey… Size ne çağrıştırıyor Kabataş veya ne ifade ediyor?
Mirasa sahip çıkma, öncelikle onu bilip anlamakla olur. Bu bilimsel araştırmaları gerektirmektedir. Bu araştırmalar günümüzde büyük ölçüde yapılıyor. Sonuçları da yayınlanıyor. Yeterli mi? Elbette değil. Araştırmaların bittiğini söyleyebilmemiz için geçmişten bize kalan bütün belgelerin, izlerin, kalıntıların sorgulanması ve değerlendirilmesi gerekir. Bu sadece Osmanlıyla da bitmez. Onun arkasında Selçuklular, Beylikler var. Daha geride Anadolu’nun eski toplumları ve kültürleri var. Orta Asya’ya uzanan çok zengin bir Türk tarihi var. Dünya tarihi var. Hunlardan günümüze Türk Tarihi’nin bütününün dünya tarihi içindeki yerine oturtulması var. Bunlar bilindikçe tarihe ve günümüze hükmetme ve geleceğimizi yeniden kurma imkânına kavuşacak ve bu zemin üzerindeki atılımlarımız çok hızlı bir biçimde birbirini takip edecektir. Türkiye bu çabanın içindedir.
Tuna Eselioğlu-Hocam, son dönemde Osmanlı üzerine birçok kitap yazılıyor. Osmanlı üzerindeki sis perdesi kalkıyor mu ya da Osmanlı’yla barışıyor muyuz?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Elbette her ciddî ve yeni bilimsel bir araştırma, bir bilinmeyeni bilinir hâle getirir. Osmanlılar hakkındaki araştırmaların her biri de böyledir. Ama şunu hemen belirteyim ki, her yeni araştırma sonucunda elde edilen her yeni bilgi kendisiyle birlikte birçok bilinmeyeni de ortaya çıkarır. Araştırmanın birinin bittiği yerde yeni bir araştırma başlayacak ve bu böyle devam edip gidecektir. Osmanlı Türk tarihinin bir kesitidir, hem de en görkemli kesiti. Tarihe küsmek ya da tarihle barışmak diye bir şey olmaz. Tarihi olduğu gibi anlamak ve açıklamak gerekir. Ancak o zaman ondan ders alma imkânına sahip oluruz. Bir milletin varlığının idamesi tarih bilinciyle doğru orantılıdır.
Tuna Eselioğlu-Hocam, kan deryasına dönen İslam coğrafyasında bugün, ‘Osmanlı Barışı’ aranıyor mu? Kim doldurur bu boşluğu sizce?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Osmanlı barışı, yetmiş iki buçuk milleti barış içinde bir arada yaşatma becerisidir. Osmanlı Devleti’nin çöküşünden sonra gerçekten Osmanlı coğrafyasında: Orta Doğu’da, Kafkaslarda ve Balkanlarda yaşayan toplumlar huzur bulamadı. Buralar bugün de çeşitli sebepler yüzünden şu veya bu şekilde çatışma alanları hâlinde. Bundan kurtuluşun yolu, her şeyden önce bu coğrafyada yaşayan insanların, milletlerin bilinçlenmeleri ve ona göre hareket etmeleridir. Tabii bu arada Türkiye’ye büyük görevler düşmektedir. Şüphesiz öncelikle kendisinin bilinçlenmesi, özgün bilgi üretmesi, kendisine özgü projelere göre hareket ekmesini bilmesi ve güçlenmesi kaydıyla…
Tuna Eselioğlu-Hocam, Osmanlı vakıfları üzerine birçok çalışmanız var. Osmanlı bir vakıf medeniyeti miydi?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Sadece Osmanlı değil Karahanlılar’dan itibaren İslamî dönem Türk medeniyetine vakıf medeniyeti denebilir. Ben buna Hayrât Medeniyeti diyorum. Hayrât iyilikler demektir. Vakıf kurumunun felsefesini ve en önemli üç unsurundan birini oluşturur. İslamî dönem Türk medeniyetine göre, insan toplumun sağlıklı ve iyi işlemesi için çalışıp alın teriyle kazanmak ve diğer insanların ve toplumun yararına hayır yapmakla mükellefti. Bu anlayış toplumsal bir ruh hâline gelmişti. Bugünkü sosyal devletin yapmak zorunda olduğu bütün hizmetler hayrat yoluyla gerçekleştiriliyordu. Eğitim-öğretim, sağlık, ulaşım, din, belediye ve sosyal dayanışma hizmetleri için gerekli kuruluşlar kişiler tarafından yapılıyor ve toplumun hizmetine sunuluyordu. Doğrudan kendilerinden yararlanılan bu kuruluşlara hayrât deniliyordu. Bunların sürekli bir biçimde işletilebilmesi için de her birine gelir kaynakları tahsis ediliyordu ki bunlara da akarât yani gelirler, gelir kaynakları adı veriliyordu. Kuruluşlardaki çalışanların ücretleri de bu akarlardan karşılanıyordu. Bu mekanizmanın hukukî bir yapıya kavuşturulmasına vakıf deniliyordu. İslamî dönem Türk medeniyetinin anlaşılması için söz konusu bu hayrat sisteminin çok iyi incelenmesi ve anlaşılması gerekir.
Tuna Eselioğlu-Hocam, bugün kimi tarihçiler Osmanlı için emperyal bir devlet diyor. Osmanlı emperyal bir devlet miydi?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Bu sorunun cevabı emperyal kelimesine yükleyeceğiniz anlama göre değişir. Fransızca olan impérial kelimesi, bir imparatora, onun otoritesine ait olan anlamına geliyor. Buradan hareketle, Osmanlı Padişahını, farklı milletleri yöneten bir cihan devletinin başında bulunan bir İmparator olarak değerlendirirseniz, Osmanlı Devleti’nin emperyal bir devlet olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama, Emperyal Devleti, başka devletleri siyasî hâkimiyeti altına alan ve onları ekonomik açıdan sömüren bir devlet olarak algılarsanız, o zaman Osmanlı Devleti’ni emperyal devlet olarak tavsif edemezsiniz. Çünkü Osmanlı Devleti’nde böyle bir durum yoktur. Aksine Osmanlı Devleti yönettiği coğrafyayı sömürme bir yana her noktasına hizmet götürmüş, hayrât kurmuştur. Osmanlı küreselleşmesi, devletin gücünün uzandığı her yerdeki zenginlikleri bir yerde, ana vatanda toplama ve sırf ıradaki insanlara yararlandırma biçiminde değil, devletin imkânlarının tümünün ülkenin her yerindeki insanlara paylaştırılması esasına dayanmaktadır. Osmanlı ülkesinin tümü ana vatandır ve ülkedeki insanların tümünün insan gibi yaşaması Osmanlı Devleti’nin sorumluluğu altındadır.
Tuna Eselioğlu-Hocam, yine kimi tarihçiler Osmanlı’nın Anadolu’yu ihmal ettiğini söylüyor. Tabiî ki devşirilen vezir ya da sadrazamlarla ilişkilendiriyor bu geri bırakılmışlığı. Sizce de böyle midir?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız Anadolu fethedilen kısımları itibariyle daha Selçuklular ve Beylikler döneminde imar edilmişti. Buralarda büyük bir Türk medeniyeti gerçekleştirilmişti. Bu medeniyet biraz önce sözünü ettiğim hayrât sistemi sayesinde Osmanlılar döneminde de varlığını idame ettirmiştir. Bugün hâlâ bunların izlerini görmek mümkündür. Osmanlı ister istemez yeni fethettiği yerlere çok daha fazla yatırım yapmıştır. Bu uygulama, hayrat sisteminin yeni fethedilen yerlerde devamından ibarettir. Bir ayırımdan kaynaklanmamaktadır. Tamamen ortaya çıkan ihtiyaçların giderilmesi söz konusudur. Bununla birlikte Anadolu’nun her yerinde ihtiyaç zuhur ettiğinde Osmanlılar döneminde de gerekli imar faaliyetleri yürütülmüştür.
Tuna Eselioğlu Hocam, bugün ülke olarak bir PKK sorunu yaşıyoruz. Bu sorunun temelinde hem Osmanlı’nın hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin bu bölgede toprak reformu yapmamasında veya bu bölgedeki ağalara, beylere ve şeyhlere meseleleri havale etmesinin rolü varmıdır?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Sorularınızın her biri çok önemli. Hepsi de uzun açıklamalar gerektiriyor. Bu sorunuz da öyle. Elbette belirttiğiniz hususların rolü vardır ama bu tür karmaşık toplumsal olayların sebeplerini sadece bir iki âmile dayandırmak doğru değildir. Sorunu iyi anlamak ve çözümler üretebilmek için bölgeyi disiplinler arası yaklaşımlarla çok yönlü ve derinlikli tahlillere tabi tutmak, bölgede yaşayan insanların zihniyetini, sosyal yapısını, ekonomisini, değer yargılarını, hâsılı kültürel boyutlarının tümünü tarihî süreç içindeki değişim ve dönüşümleriyle birlikte çok iyi anlamak gerekmektedir. Henüz bu tür analizlerin yapıldığını söylemek mümkün değildir. Bunlar yapılmadıkça da soruna kalıcı çözüm bulunması beklenemez.
Tuna Eselioğlu-Türk kültürü üzerine de çalışmalarınız var. Bugün yaşadığımız medeniyet bunalımında/krizinde, tarihî kültürel mirasımıza sırt çevirmemizin payı var mıdır? Bu yozlaşma bizi nereye götürür?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız Bu soru da uzun bir tartışmayı gerektirmesine rağmen, sorunun kısa cevabını önceki sorularınıza verdiğim cevaplar içinde bulabilirsiniz. Kültür mirasına sırt çevirme imkânınız yoktur. Siz sırt çevirseniz bile o sizi takip eder, peşinizi bırakmaz. Bu mirasın ne olduğunu anlamadığız için de onun yükü altında ezilirsiniz. Hâlbuki onu iyi inceleyip sorgulayarak anlama ve açıklama yoluna girerseniz, ona hâkim olursunuz; onu yeniden kullanma imkânı bulursunuz; ona dayalı yeni yaratıcılıklar içine girersiniz; dirilik kazanır ve geleceğe yönelik çok özgün hamleler yaparsınız. Bir milletin varlığını yenilenerek devam ettirmesinin temel şartlarından birisidir bu… Aksi takdirde bu miras içinde nefes alamaz ve tıkanırsınız. Bir de tabii işin dış boyutu var. O da ayrı mesele.
Tuna Eselioğlu-Hocam, yeni nesle ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Millet olarak tarihî tecrübemiz ve sizin şahsî tecrübeleriniz ışığında bize neler tavsiye edersiniz?
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız-Her türlü etki ve şartlanmışlığın dışına çıkarak, nesnel ve girişimci olmanızı ve son sınırına kadar aklınızı kullanmanızı öneririm. Bol bol okumanızı, her konuya eleştirel yaklaşmanızı, kavga etmeden tartışmanızı ve makulde buluşmayı denemenizi salık veririm. Kendinizi ve dünyayı bilerek ve her şeyi yeniden değerlendirerek, tarihî ve kültürel dinamiklerimize dayalı yeni yaratıcılıklar içine girmenizi ve her işiniz için özgün projeler üreterek onları uygulamanızı tavsiye ederim.
Tuna Eselioğlu-Hocam, bize vakit ayırdınız. Teşekkür ederiz.
Prof.Dr.Bahaeddin Yediyıldız- Ben teşekkür ederim Tuna Bey.
Yorum Yazın